Baba Sultan (Dede Sultan) kimdir?

Viyana merkezli yayınevimiz „Neue Welt Verlag“ ve Yeni Vatan Gazetesi’nin birlikte yayınladığı Kırmızı Beyaz Kırmızı adlı eserin yazarı İsmail Tosun Saral’ın, Baba Sultan (Dede Sultan) başlığıyla toparladığı önemli makale şöyle:

BABA SULTAN (DEDE SULTAN)[1]

Hazırlayan : İsmail Tosun Saral

Tuna’da bir sivri kaya üzerinde yatan Baba Sultan veya Dede Sultan hakkında fazla bir bilgi yoktur. Adı ilk defa Evliya Çelebi Seyahatnamesinde geçmektedir.[1] Gül Baba gibi Rumeli’nin ve Anadolu’nun bir çok yerinde türbesi vardır. En meşhur Baba Sultanlar Demir Baba Sultan, Otman Baba Sultan, Baç Kalesi’nin hendek kenarı aşırısında bulunan Ferhat Baba Sultan, Uluğbeg’deki Veli Baba Sultan, Hamza Baba Sultan, Eğridir’deki Baba Sultan, Babaeski’deki Baba Sultan, Örgün Köyü Gölçük/Kocaeli’ndeki Baba Sultan, Tire (Erbain Dağı, Bozdağ yaylası)’daki Baba Sultan, Safranbolu’daki Baba Sultan’dır.

Ön isminin bilinmemesi “Dede Sultan” “Baba Sultan” gibi çok rastlanan bir isimle anılması hakkında derin ve ayrıntılı bir açıklamayı mümkün kılmamaktadır. Acaba kimdir ?

Evliya Çelebi Seyahatnamesinin “Eflak Vilayetine Gittiğimiz Konakları Beyan Eder” bölümünde Baba Sultan hakkında kısa bilgi vermekte ve hikâye etmektedir:

“Medova Palangası’ndan bir gemiye binip bir saat Tuna aşağı akıp, karşı Semendire toprağında Güvercinlik Kalesi’ne geldik. Rumeli’de Dimetoka’da bir Güvercinlik kalesi var, ama haraptır. İçinde adam yoktur. Ama bu Tuna’daki mâmurdur. Fâtih zamanında Şehîd Koca Mahmud Paşa eliyle feth olunmuştur. Semendire sancağında voyvodalıktır. Kethüdâ-yeri, Yeniçeri serdarı, hisar eri, 50 haraç emini, Bacdar, Muhtesib, Mimarbaşı, İmrahor, Şeyhülislâm, Nakibüleşrâf, cebhânelik ve yedi nefer kale ağaları vardır. 150 akça pâyesiyle kadısı, 140 köyü vardır. Kalesi Tuna kenarında altıgen şeklinde, yedi kuleli bir kaledir. Kalenin dört tarafı yalçın kaya olduğundan hiç bir tarafından lâgım ve metris ile elde etmek mümkün değildir. İç kalede yedi ev, bir zâhire anbarı, bir Mahmud Paşa câmii, batıya bakan bir demir kapısı vardır. Kapının, Tuna’ya inen garip bir su yolu vardır. Kale dışında üç mahalle, üç mihrabı vardır. Hacı Ali câmii Tuna kenarındadır. Mescidleri, medreseleri, tekkeleri, çocuk mektebi, bir hamamı, elli dükkânı vardır. Mahmud Veli Paşa feth sırasında hayır duâ ettiğinden ahalisinin nimetleri bol, mahsulleri bol, tahılları ve bitkileri çoktur. Batı tarafları bağ ve bahçedir. Havası güzeldir. Buradan gemiye binip hemen karşıdaki Tuna içindeki bir adada Baba Sultan ziyâreti’ne gittik.

Bir sivri kaya üzerinde Dede Sultan (veya Baba Sultan) yatar. Allah’ın hikmeti yılda bir kere Tuna’nın bütün balıkları bu Baba Sultan adası kenarına yığılır. Balık kalabalığından Tuna üzerinde balık yağı akar. Balıklar Baba Sultan’ı ziyâret ederler. Balıkların bu ziyâret günlerinde kimse balık avlamaz. O gün balıklar asla insandan kaçmazlar. Birçok kimseler balıkları ellerine alıp yine suya bırakırlar. Burada hakîr gördüm ki, balığın dili yoktur. Çünkü İstanbul Peremesi kayıkları kadar Morina balıkları başlarını Tuna’dan çıkarıp mağara gibi ağızlarını açıp su içtikleri vakit ağızları içine baktım. Asla dilleri yoktur. Balığın su içmesi, sudan dışarı başını çıkarıp rüzgâr içmesidir. Balık da insan gibidir. Balık dışarı çıkıp su yerine rüzgâr içse ölür. İnsan da (her şey sudan halk olunduğu) halde suya girip suyu çok içerse boğulur. Ama âdemoğluna rüzgâr zarar vermez Balıklara da su zarar etmez.”

Beğenilen Kıt’a

Şu mâhiler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler

Hem âkil olan âdem tehlike deryâya girmezler

Benî âdem dahi bir içre asla rîhi görmezler

Acep sırr-ı Hudâdır kim bu sırra kimse ermezler.

Baba Sultan adasını bütün Güvercinlik halkı daima ziyâret ederler. Bu çok kusurlu hakir de ziyâret edip (bir işte şaşırdığınız vakit kabir ehlinden yardım dileyiniz) hadîs-i şerifine uyarak, ruhlarından yardım dileyip gemiye binerek Tuna aşağı gittik. Yüksek kayalarda binlerce güvercin yuvaları olduğundan buraya güverçinlik demişler. Eflâtun’un bu kayalarda güvercin toplamak için tılsımı vardır derler. Ben görmedim. Yalan haramdır. Allah’ın garip bir sırrı olarak bu kayalardaki yüzbinlerce güvercin yuvalarında olan yavruları yılan, çiyan, şahin, zağanos, doğan ve balaban kuşları avlamazlar. Hiç bir insan da bu yavruları almaz. Bu güvercin kayası boğazı gayet dardır. Tuna burada yıldırım gibi süratli akar. Bu Baba Sultan kayasının bir ok menzili karış tarafında Temeşvar toprağıdır.”

Evliya Çelebi’nin Baba Sultan hakkında yazdıkları bu kadardır. Ayrıca, Evliya Çelebi anlattığı bu garip olayı aşağıdaki şekilde açıklayacaktır: [2]

“Semendire Sancağında voyvodalık ve nâiblik olan Babrinova kasabasından 4 saat ötede “tahtalı girdap”mevkii vardır. Burada her sene 70-80 Tuna gemileri parçalanır. Tuna’nın buradaki feryadına canlar dayanmaz. Burada bir transa gemiyi bin adam güçlükle ve iplerle çekerler. Hatta Tuna içindeki morina balıkları bu tahtalı kayalar arasından geçerken sersem olur, bazısının beli kırılıp karaya düşer. Hakikaten girdaptır. Fakat bu tahtalıdan aşağısı selamettir.”

Sırası gelmişken Girdapla ilgili bir Sırp söylencesini de yazmak isterim.[3]

“Tuna’nın sularına hakim olan dar ve muhteşem hatta ürkütücü geçide “Demir Kapı” denir. Tuna’nın her iki yakasında yüksekliği 200 ila 500 metre olarak değişen sarp ve yalçın kayalıktır. Bu yere oranın halkı “Djerdap” derler. Osmanlıdan miras kalan sözcüklerden biridir ve “Girdap” demektir. Söylenceye göre oralarda Girdap isimli genç, yakışıklı, cesur bir delikanlı yaşarmış. Babası Türklerle yapılan bir çarpışmada ölmüş. Dul kalan annesi yeniden evlenmiş ve ona iki üvey kız kardeş vermiş. Üyey kardeşler Girdap’tan asla hoşlanmamışlar ve onun hayatını zehir etmişler. Genç adam bu nedenle evini terk etmiş ve “Baba Kayası” denilen yere gitmiş. Orada balıkçılık öğrenmiş. Ne yazık ki bir gün küçük bir çocuğu Türklerin elinden kurtarırken ölmüş. O gün bu gün öldüğü yere Girdap denmektedir.”

Moldova adası altında Klisszura Boğazı’nın girişinde Galambócz karşısında 50 metre yüksekliğinde Babakayası/Babacai/Babakaj bulunur. Evliya’nın deyişiyle “hamam kubbesi gibi iri bir taştır.” Burada Tuna çok şiddetli akar. Tuna’nın suları kayaya sanki yıldırım düşmüş gibi gürültülü bir şekilde çarpar. Ne yazık ki, Tuna’nın doğal şekli 1971 yılında biten barajın etkisi ile durulmuştur.


Muhtemeldir ki Baba Sultan şimdi baraj gölünün suları altında kalan bir çok irili ufaklı kayalar ve adaların birinde ebedî uykusunu uyumaktadır. Belki de balıklarına hâlâ serhadlerdeki eski uzun hikâyemizi anlatmaktadır.[4]

Tıpkı Bir Destan
Baba Sultan adasında
Toplar balıkları
Anlatır benim destanımı
Tıpkı Dedem Korkut gibi

Gül Baba gül suyu serper
Şehidler, yoldan gelip geçenler
Zemzem’den diye içerler
Tıpkı Kevser gibi..

Evliya Çelebi’nin anlattığına çok benzeyen bir söylenceyi de burada yazmadan edemeyeceğim. “Yahya Baba , II. Bâyezîd Hân zamanında , Edirne Bâyezid Külliyesi’nin aşçılarından biridir. Arkadaşları hoşaf, kebap sebze, bakliyat pişirir. Ama onun ihtisası pilavdır. Mübârek işe giriştimi, ibadet ettiğini sanırsınız. Pirinçleri salavat getire getire ayıklar, yağını tekbirlerle eritir. Tuzunu Besmele ile , suyunu Fatihalarla salar. Zaman zaman gözünü yumar, enbiyayı, evliyayı aracı yapar, Allah’tan bereket arzular. Onun pilavı herkese yeter, hatta artar. Ancak o tek pirinç tanesine bile kıyamaz; artanı Tuna nehrine atar. Balıklar onun geleceği saati bilir, köprü başında toplanırlar. Kilerci, bakar pilav artıyor; pirinci aşçıya az vermeye başlar. Ama Yahya Baba bir kere bile „Bu pirinç yeter mi?“ demez. Kilerci şaşkındır. Her gün pirinç miktarını biraz daha kısar ama pilav azalmaz, aksine çoğalır. Yine herkes doyar, Tuna’nın balıkları bile nasibini alırlar. Kilerci, bunu izah edecek tek kelime bilir: „Bu bir keramet!“ Çok dener ve emin olunca Pâdişaha çıkar. „Bu Yahya Baba boş değil sultanım der, halbuki biz ona amele muamelesi yapıyoruz.“ Bâyezîd-i Velî gönül ehlidir ve aşçı ile tanışmak ister. Kilerci ile bir plan yaparlar. O gün Yahya Baba’ya çok az, hatta gülünç denilecek kadar az pirinç verilir. O her zamanki gibi okur, âlemlerin Rabbi’nden Halil İbrahim bereketi diler. Pilavı çok lezzetli olur, üstelik kazanlara sığmaz. Yahya Baba artanları yine yüklenir, Tuna’nın yolunu tutar. Tam kepçeyi daldırıp balıklara atarken Padişah ortaya çıkar. „Ne oluyor bre” der ” Yoksa devlet malını israf mı edersin?“ Yahya Baba tutulur kalır. Ancak balıklar kafalarını sudan çıkarıp; „Ayıp olmuyor mu sultanım” derler. “Koca devletin artığını bize çok mu görüyorsun?“ Yahya Baba öylesine mahçup olur ki, anlatılamaz. Utancından secdeye kapanır, Allah’a sığınır. Bâyezîd-i Velî onun kalkmasını bekler, ama geçmiş ola…. Mübarek çoktan rûhunu teslim edip kavuşmuştur.”

Evliya Çelebi Macaristan’daki Eğri kalesi dışında bulunan bir Dede Sultan Tekkesi’nden de bahsetmektedir.[5] “Hatvan Kapısı’ndan dışarıda, çeşitli kuşların ötüştüğü bir mesire de, köşkleri, fukara evleri ile bir Bektaşî Tekkesi vardır. Bir yüksek kubbe içinde Dede Sultan gömülüdür. Mezarın etrafı çeşitli güzel yazılar, şamdanlar ve kandillerle süslü bir abdallar yeridir. 70-80 fukarası vardır. Çeteye girenler, yağmalarından bunlara verirler, onunla geçinirler.”

Evliya Çelebi Eğri’den bahsederken “7 adet tekke vardır. Baba Sultan Tekkesi meşhurdur” diyerek orada bulunan mubarek kişinin adını hem “Dede Sultan” hem de Baba Sultan” olarak vermiştir. Eğri Kalesinde Hatvan şehrine doğru açılan kapıya “Hatvan Kapısı” deniyordu. Eğri çayının sol kenarında Güney-Batıya açılan kapıydı. Tekke sur dışında kapıya yakın bir yerdeydi. 1873’de Stéchinyi Meydanı düzeltilmesi ve yerine büyük bir kilise yapılabilmesi için yıktırıldı. 1687’de kuşatma sırasında yapılmış bir İtalyan gravüründe tekke bariz bir şekilde görülmektedir.[6]

Güvercinlik/Gügercinlik Türklerce kullanılan askerî bir deyimdir. Kalelerde güvercinliklere benzeyen mahfuz yer ve gözcü kulesi anlamına gelir. Türkiye’nin bir çok bölgelerinde çok rastlanan coğrafi bir isimdir. [7]1299-1466 yılları arasındaki olayları manzum bir şekilde anlatan Enverî Mahmud Paşa’nın Güvercinlik kalesi fethini anlatmaktadır:[8]

“Hem Gügercinlik Hisârın kıldı sayd
Râyıha feth itdi kıldı ana kayd

İns ü cinile Süleyman gelse ana
Yir ü gökten cenk kılsa her yana

Fethine bulmaz idi anun zafer
Feth ider Mâmud Paşa sâhip- hüner”

Evliya Çelebi’nin bahsettiği Sırbistan’ın doğu kesiminde Tuna ırmağının güney kenarında, Semendire ile Orsova arasındaki yer “Golubac/Golubaç/Golumbac Kolombac/ (Macarca Galambócz / Galamboc) kasabasıdır. Sırpça Golub, Macarca Galamb güvercin demektir. Kasaba uzun yıllar Osmanlı Tuna ince donanmasının üssü olmuştur. Güvercinlik, Macaristan’a açılan yollar üzerinde olduğu gibi bilhassa Sırbistan’ın müdafaa ve elde tutulmasına yarayacak bir mevki işgal ediyordu.

Güvercinlik, 1524-1872 yılları arasında Türk toprağı olarak kaldı. 1718’den kaybedildiği 1872 yılına kadar ise Osmanlı-Avusturya sınırını teşkil ediyordu.

Evliya Çelebi’nin Baba Sultan adasında yazdığı “Beğenilen Kıt’a”nın devamını İsmail İşmen “Köprüler ve İnsanlar” isimli kitabında şöyle vermekte ve tüm şiirin “Edirneli İnce Hayalî’ye ait olduğunu yazmaktadır.

Güneşte zerre görmezler felekte ayı bilmezler,
Hamide kadlerine rişde-i eşki takub bunlar
Atarlar tîr-i maksudu nedendür yayı bilmezler
Hayâli fakr şalına çekenler cism-i üryânı
Anunla fakr ederler atlas-u dibâyı bilmezler

Evliya Çelebi’nin “Beğendiği Kıt’a”sının bir değişiğini Hayalî Bey’in aşağıdaki manzumesinde görüyoruz. Hayalî Bey (?-1557) 16. yüzyıl Divan Edebiyatı’nın değerli bir temsilcisidir. Vardar Yeniceli’dir. Gençliğinde derbeder bir hayat süren Hayali Bey, mala, şöhrete maddi hırslara kapılmamıştır. Divanı bile ölümünden sonra onu sevenlerce düzenlenmiştir. [9]

Cihan – ârâ cihân içindedür arayı bilmezler
O mâhiler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler
“Dünyada yaşayanlar, dünyalıdır ama dünyalarını bilmezler
O balıklar ki deniz içindedür, denizi bilmezler”

Harâbât ehline dûzah’azâbın anma ey zâhid
Ki bunlar ibn-i vakt oldu gam-ı ferdâyi bilmezler
“Ergin insanlara cehennem azabından söz etme ey sofu,
Ki bunlar ne zamanın anlamını ne de gelecek günleri bilirler”

Şafak – gûn kan içinde dâğını seyr etse âşıklar,
Güneşte zerre görmezler felekte ayı bilmezler,
“Bir şafağı andıran bağrımdaki yaraları sevgililer seyreder
Ama güneşi görmezler ne de ayı bilirler”

Hamide kadlerine rişde-i eşki takub bunlar
Atarlar tîr-i maksudu nedendür yayı bilmezler
“Bükülmüş boyunlarına gözyaşı ipliğini takarlar da,
Maksut okunu atarlar yayın ne olduğunu bilmezler.”

Hayâli fakr şalına çekenler cism-i üryânı
Anunla fakr ederler atlas-u dibâyı bilmezler
“Ey Hayali, çıplak vücutlarını fakirlik şalıyla örterler
Ve bununla gurur duyarlar ama atlasları ve değerli kumaşları bilmezler”

Kaynakça:
[1] Danışman, Zuhurî , “Evliya Celebi Seyahatnamesi” cild 10, s.144,145 ve cild 11 s. 27, 146,147, 148
[2] Danışman, cild 11, s.148
[3] Stojéev, Malena National Museum Belgrade, www.ccdiana.org.yu
[4] Saral, İsmail Tosun, Saral Emre “ Macarlar ve Tuna Hakkında Yazılan Şiirler” Türk Macar Dostluk Derneği Yayını No. 3 2001, s.243
[5] Danışman, cild 11 s.27
[6] Macar araştırmacı Imre Adorjan tarafından bana anlatılmıştır.
[7] Meydan Larousse, Güvercinlik Maddesi
[8] Öztürk, Necdet , Düstûrnâme-i Enverî
[9] Kabaklı, Ahmet “Türk Edebiyatı” cild 2, s.267

 

 

[1] Bu makalem, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi’nin, 28. sayısının (Kış 2003), 215,215 sayfalarında yayınlanmıştır

Relevante Artikel

Back to top button
Cookie Consent mit Real Cookie Banner