Türk Askerlerinin Gözü ile Avusturya-Macaristan Topçu Birliğinin Gelibolu Cephesi’ne Gelişi ve Faaliyetleri
Viyana merkezli yayınevimiz „Neue Welt Verlag“ ve Yeni Vatan Gazetesi’nin birlikte yayınladığı Kırmızı Beyaz Kırmızı adlı eserin yazarı İsmail Tosun Saral’ın, “Türk Askerlerinin Gözü ile Avusturya-Macaristan Topçu Birliğinin Gelibolu Cephesi’ne Gelişi ve Faaliyetleri” başlığıyla toparladığı önemli makalesi şöyle:
İsmail Tosun Saral [1]
Türk Askerlerinin Gözü ile Avusturya-Macaristan Topçu Birliğinin Gelibolu Cephesi’ne Gelişi ve Faaliyetleri [2]
1915 yılı bir Pazar günü Budapeşte Üniversitesi Tabiiyat Fakültesinde eğitim görmekte olan Hüseyin Arif, Macar taht şehrinin loş, rutubetli, güneşsiz sokaklarının birinde, bu milletin talihi gibi gamlı, metrûk bir apartmanda, fakirâne odasının kenarında, tahta bir masanın üstünde duran bir gün önceki gazeteyi aldı. Tekrar okumaya başladı. Çanakkale’ye dair İstanbul’dan, Berlin’den, Londra’dan gelen telgrafları süzdü. Karadan ve denizden hücum ediliyor. Boğaz’a döktüğümüz torpiller toplanıyor, Kumkale’ye, Seddülbahir’e Anafarta’ya çıkan İngiliz; Fransız askerleri ilerliyorlar.
Her satır bir hançer, her nokta bir kurşun gibi beynine saplanıyordu. Karmakarışık idi. Yüreğini kaplayan ateşli bir acı göğsünü yakıyordu. Romanya ülkesinden mühimmât geçirtmiyordu. Bizim de silâh ve cephâne tezgâhlarımız kâfi değildi. İstanbul’un savunulmasından ümidini kesmişti. Hâlbuki İngilizler, Fransızlar, cihânın bu iki gelişmiş milleti yerden, gökten, denizden, yıldırımlarıyla, volkanlarıyla, cehennemleriyle kapımızın önüne gelmişlerdi. Onların dritnotlarına, uçaklarına, denizaltılarına karşılık edecek nemiz vardı? Bir göğüs, bir bazu, işte o kadar! [3]
22 Ekim 1915 günü hava yağmurlu, soğuk ve rüzgârlıydı. Soğuk askerin iliklerine işliyordu, siperler sel suları nedeniyle barınılamaz duruma gelmişti.[4] Cephane bitmek üzereydi. Askere moral vermek, topçunun onları desteklediğini belirtmek için sadece gürültülü manevra mermileri atılıyordu.[5]
Siperlerde kulaktan kulağa Avusturya–Macaristan devletinin Gelibolu cephesine askerî yardım yapacağı söylentisi yayılıyordu. Anafartalar Grubu Kurmay Başkanı Binbaşı İzzettin Bey (Orgeneral Çalışlar) bile “Ah! Bir serbest yol bulunur da mühimmat gelirse inşallah bu karşımızdaki İngilizleri başımızdan tam olarak def edeceğiz.” diye düşünmekten kendini alamıyordu. [6]
Aynı anlarda da siperde kar altında titreyen Başçavuş Emin Efendi (Çöl) de Avusturya-Macaristan’dan gelecek cephane, malzeme ve toplara ümit bağlayan askerlerdendi.
“Kar yağmıştı. Sol taraf sırtının kuzey yamacındaki siperlerde kalmıştı kar. Avusturya Macaristan ikilisi birleşik bir devletti. Adına Avusturya-Macaristan İmparatorluğu denirdi. Almanya ve Bulgaristan’la birlikte bizim Birinci Cihan Savaşı dostlarımızdandı Avusturya Prensini Sırplılar öldürünce Sırbistan ile arası açılmış, böylelikle de Tuna yolu kapanmıştı. Sonra Sırbistan işgal edilmiş ve Tuna yolu açılmıştı. Artık dostlarımız Almanya, Avusturya, Macaristan’dan silah, elbise gibi gereç gelecekti.” [7]
Topçu Teğmen Bolvadinli Mehmet Sinan Efendi (Özgen) de bu yardımı dört gözle bekleyenlerdendi: [8]
“Düşman Çanakkale’ye çıkalı beş ay tamamlanmak üzereydi. O günden bu güne durmadan taarruz eden düşman hiç bir surette savunma kudretimizi sarsamamış bilakis gün geçtikçe bu savunma daha esaslı bir şekil almış ve kuvvetlerimiz büyük ve kat’î sonucu bir taarruzu bile yapabilecek duruma gelmiş ise de düşmanla silah ve malzeme farkımız kıyas kabul edilemeyecek derecede ölçüsüz ve hatta hudutsuzdu. Bu durum karşısında duraklamak zaruretinde kalıyorduk. Bu arada öyle ateşli, öyle tehlikeli durumlar atlatmıştık ki bu gün dahi aklıma geldikçe ürperiyorum. 15 Ağustos tarihinde sarf ettiğimiz top ve makineli tüfek mermilerinin noksanlığını bir türlü ikmal edememiştik. Zaten o günden sonra mermileri lüzum eden yerlere sayı ile kullandırdık. Top başına beş mermimiz kaldığı gün yüzbaşım sap sarı kesilmiş ve yemek falan yemez olmuştu.”
Gerçekten durum çok zordu, Çanakkale kara muharebelerinin bütün devrelerinde Almanya ile daha doğrusu müttefiklerimizle, karadan ve denizden irtibat olmadığı için, memleket dışından cephane ithali ve ikmali mümkün değildi. Ordumuz elinde mevcut stoklarla idare etmek zorunda idi. Bu da bilhassa topça atışlarının pek çok kısıtlanmasını icap ettiriyordu. Topçu Teğmen, İsmail Hakkı Efendi (Eski Genel Kurmay Başkanlarından Orgeneral Tunaboylu) anlatıyor:
“Arıburnu cephesinde, bir gün batarya gözetleme yerinde idim. Bir İngiliz tayyaresinin düzensiz hareketlerle dolaştığını, nihayet alçaldığını, bilâhare de cephe gerisinde dar bir yere mecburî iniş yaptığını gördüm. Bütün bu gördüklerimi safha safha zamanında batarya kumandanıma bildiriyorum. Ben ateş açılmasını bekliyordum. Fakat hiç bir ses ve seda çıkmıyordu. Dakikalar geçti yine bir şeyler yok. Çıldıracağım. Kıymetli bir hedef gözümün önünde duruyor, buna hiç bir şey yapılmıyordu. Neden sonra, belki ki yarım saat kadar bir zaman geçtikten sonra, bir mermi tayyare yakınına düştü. Bunu bir ikincisi takip etti. ve nihayet üçüncü mermi hedefin tam üstüne indi. Ve tayyare tahrip edildi. Sonradan yüzbaşıma, biraz da serzenişkârane, sordum. Şöyle anlattı:
— Oğlum, biliyorsun yukarı kademelerden bir hedef ve ateş emri verilmedikçe benim ateş açabilmeye selâhiyetim yok, Senin verdiğin haberleri ben derhâl Tabura, Tabur da Alaya bildirdi. Alay Kumandanı da kendisinde selâhîyet bulamadı. Ancak Tümenden emir geldi «Hedefe isabet ettirmek şartıyla beş mermi atabilirsiniz» deniliyordu” [9]
Ordumuzda mühimmat sıkıntısı olduğunu müttefik gazeteciler de hissetmişler ki Viyana’daki Türk Büyükelçisi Hüseyin Hilmi Paşa’ya bir muhabirin “Türk ordusunda oldukça mühimmat sıkıntısı varmış” şeklindeki sorusuna karşılık olarak Paşa katiyetle müdahale ederek Gazetenize, “Türk sefiri burada Türk elçiliğinde Türk ordusunda mühimmat sıkıntısı söz konusu değildir. Her şeyimiz var. Hatta çok fazla var. Yoksa düşmanın amansız, korkunç saldırılarına nasıl dayanabilirdik? Bol miktarda mühimmatımız var. Eğer yeterli mühimmatımız olmasaydı kahraman Türk neferleri çıplak elleriyle (mit bloßen Händen) bile adam adama mücadele ederek düşmanı denize dökmeye muktedirdir. Şimdilik, bolca mühimmat var diyor diye bildiriniz “ cevabını vermiştir. [10]
Gerçekten de Türk Askeri Çanakkale’yi düşmana karşı “ Çelik gibi iman dolu göğüsleri” (mit blosser Brust) “çıplak elleriyle” (mit bloßen Händen) savundular. Yoğun düşman ateşi altında bile tevekkülle ölümü beklediler.
Türk Erleri, subayları; Alman ve Avusturyalıların Sırbistan’a karşı olan harekâtını heyecanla takip ediyordu. Yedek Subay Abidin Efendi’de (Ege) bunlardan biriydi. 29 Nisan 1915 ile 26 Kasım 1915 tarihleri arasında günlüğüne şunları yazdı:[11]
“Bu gün hava güzel, bizde çadırda kitap okumakla vakit geçiriyoruz. Fransızların Leon Gambetta zırhlısı [12]Avusturya denizaltısı tarafından batırıldı. Avrupa yolu Tuna üzerinden açılmış Avusturya’dan harb mühimmatı geliyor. İstanbul’a büyük çapta toplar ve Avusturya topçu askerlerinin geldiğini işitiyoruz. Avusturya’dan gelen 4 adet 24’lük obüs Çanakkale’ye gitti. Uzunköprü Dereköy’de acemileri yetiştiriyorum. Dışarıda şiddetli yağmur ve dolu yağıyor. Avusturya ve Almanya’dan bugün Uzunköprü istasyonuna birçok 30’luk büyük toplar geldiğini, bunların Çanakkale’ye sevk edileceğini haber aldım.”
Almanlar Çanakkale düşerse savaşın kendi aleyhlerine neticeleneceğini takdir ederek Sırbistan’ı ortadan kaldırmaya ve Balkan yolunu açmaya karar verdiler. 6 Eylül 1915’te Bulgaristan’la bir askeri ittifak yaparak Alman General Mackenzen komutasındaki birer Alman ve Avusturya-Macaristan ordusu ile hedeflerine ulaştılar.[13] Sırbistan yolunun açılmasıyla Kasım ayında nihayet çoktan beri beklenilen Alman topçu cephanesi 5. Orduya ulaştı. Bunun gelmesiyle birlikte savaşın başarıyla sonuçlanması hususundaki ümitler de güçlendi. O zamana kadar Türk topçusu iyi talim ve terbiye edilmiş ve çok güzel atış yapmaktaydı. Ancak, kalitesiz ve az cephane ile ancak sınırlı sonuçlar alınmaktaydı. Ne var ki Türklerin elinde havan topu (mörser) da yoktu. Havan topu Gelibolu yamaçlarına yerleşmiş olan İngilizleri vurabilecek en etkili silâhtı. Düz yollu Türk topları İngilizlere fazla kayıp verdiremiyor sadece deniz taşıtları ve hücuma kalkan düşman piyadesine karşı etkili oluyorlardı. Škoda Fabrikaları’nın ürettiği havan topları (Mörser) ve obüsler (Howitzer) o devrin en rakipsiz silâhlarıydı.[14]
Karşılıklı yazışmalar devam ederken Ekim 1915 sonunda Avusturya-Macaristan’ın İstanbul’da bulunan askerî yetkilisi Joseph Pomiankowski merkezden ilk fırsatta bir 30,5 cm’lik havan bataryası ve 15 santimetrelik obüs bataryasını Türk Ordusu emrine Çanakkale cephesine gönderebileceklerine dair bir bildiri aldı. Bu bilgi cepheye de ulaşmıştı. 30,5’luk Avusturya-Macaristan toplarının yardıma geldiğini 47. Alay 3. Tabur, 5. Bölük Komutan Vekili Üsteğmen Mersinli Mehmet Fasih Efendi [15] (Korgeneral Kayabalı) de duymuştu: [16]
“19 Kasım 1915 Cuma günü saat 13:30 da Tabur’a indim ve Makineli Tüfek Bölüğü Kumandanı ile görüştük. Topçu Alayı’ndan 2 Batarya 30,5’luk Motorlu Avusturya Obüslerinin mürettebatıyla beraber Keşan’da olduğunu söylemiş. 23 Kasım 1915 saat 14:00 Nakliye Kumandanı Selim Efendi geldi, Efradın postallarını dağıtacak. Oturup konuştuk. 3,15 luk Motorlu Havanların geldiğini söyledi. Pek ziyade sevindim.” [17]
“Gelibolu Yarımadasının en dar noktası olan Eksamil’e [18] gelmiştik. Orada acele bir emir aldık. Alayımız geçici olarak yürüyüş yapmayacak ve Avusturya’dan gelen motorlu topların harp cephesine gelinceye kadar Eksamil mıntıkasının muhafızı olacaktı. Ortalık telaş içinde idi. Herkes bu topların Eksamil’deki çürük köprüden nasıl geçeceğini düşünüyordu. Bir gece sabaha kadar büyük motor gürültüsüyle oradan bu topların geçişini beklemiştik. O vasıtaları gözlerimiz gördükten sonra itilaf ordularının Çanakkale cephesinde artık barınamayacağına hükmediyorduk.”[19].
Bataryanın savaş alanına gelişi Türkler tarafından büyük bir coşku ve sevinçle karşılanmıştır:
“Balkan yolu açılınca ilk katarla top ve makineli tüfek mermileriyle, kürek, kazma, çadır, ilaç gibi birçok hayatî madde ve malzeme gönderilmişti. Gün geçtikçe Avusturya’dan efrâdıyla birlikte onbeşlik obüsler, 24’lük motorlu toplar da gelmeye başlamış olduğundan artık Türk Ordusu silahlanmış, işin şekli değişmiş bulunuyordu. Biz 93 gün aralıksız siperlerde kaldıktan sonra ve her gün devam eden muharebelerle birlikte düşmanın yaptığı en sürekli ve tehlikeli taarruzları savuşturduktan sonra aldığımız emir üzerine yerlerimizi başka topçulara terk etmiş ve Keşan yoluyla Tekirdağ üzerinden çekilerek dinlenmeye geçmiştik.” [20] 24 Kasım 1915, saat 11:30, Tabura kadar indim. Tabur Komutanı oturup muzıka dinlememi söyledi ve telefonun kulağını bana verdi. Kulağıma koydum. Güzel bir çoban havası çalıyor. Dinledim. Ondan sonra oturup konuştuk. İki Batarya 24’lük havanın geldiğini ve uzun 15’liklerin Anafarta’ya geçtiğini topçu kumandanının söylediğini, telefonla işitmiş. Müjdeledi. Pek ziyade sevindim. Sonra dışarı çıkıp Süngü Bayırı tahkimatına baktık. Ben kumandandan ayrılarak 63. Alay’a saptım. 5 ci Tabur Kumandanını gördüm. Oturup konuştuk. Bunlar da Başçavuşların yazdığı bir havadis verdiler. İki adet 24, iki adet 28, iki adet 3,15’lik havanlar efradlarıyla beraber gelmişler. Bizim tabur Kumandanından aldığım bilgi de bunların Kavak Deresi’ne yerleştirileceği söyleniyordu. Yarın yerleşmiş olacaklar” [21]
“28 Kasım 1915, saat 13:30 Oturuyoruz. Ağır bir mermi üzerimizden geçti. Düşman obüsü zannederek ürktük. Bir daha geçti ve ikincisinde patladı. Bizim havanlar olduğunu anladık ve sevindik. Kanlı Sırt’a, düşmanın eski siperlerine atıyor. 13 mermi attı, yalnız biri patlamadı. 30 Kasım / 1 Aralık 1915, saat 09:00, Topçu ateşi başladı. Uzaklardan başlayarak yakınlaşıyorlar. 24’lük ve 21’lik mermilerin hışırtıları pek korkunç olduğu gibi 24’lük mermi de civadan mamül bir güneş gibi havada görülüyor ve parlayarak pek dik iniyor. 24’lükler pek velveleli patlıyor ve lağım tesiri yaparak bütün çuvalları, kalasları, gövdeleri, tenekeleri havaya fırlatıyor. Bunlar 100-150 metre ilerimize düştüğü halde parçalar, topraklar bize kadar geliyor. Saat 10:00 da evvela kapıyı sahra topları açtı. Derinden gelen hafif sedalar üzerine havada müthiş hırıltılar yaparak gelmeye başladı. Buna karşılık düşman apıştı. Mermileri takip ediyor ve görüyorum. Güneş gibi parlıyor ve dik iniyor. Gayet şiddetli patlıyor. Bazıları da patlamıyor. (Düşman) Abdülvahap Sırtı üzerindeki dört demir mazgalından ayna çıkarıyorlar. O bombardıman altında bunların tarassudu şayanı hayret idi. Açığa çıkarak bunlara bir bağ yaktım.(bir şarjör ateş ettim) Sonra diğer bir ayna Boyun Noktası karşısındaki siperlerden çıkıyordu. Bunun yirmi metre sağına havan düştü. Hemen aynayı indirdi. Fakat topraklar döküldükten sonra yine çıkardıysa da bir sahra topu dansı aynayı da, çuvalları da (kum torbaları) kendisini de parçaladı. Havan mermileri bir birini takip ediyor. Sahralar, cebeller, obüsler Boyna hafif surette yağıyor. Havanlar pek müthiş patlıyor ve pek bitkin olan 47. Alay 3. tabur efradının maneviyat gücünü yükseltiyor. Ben de gözlem sonucunu bildirerek gayret ve heveslerini arttıracak sözler söylüyor ve sevindiriyorum. Saat 10:30 Bombardıman şiddetlendi. Bu defa mermiler daha süratli geçiyor ve daha çok yağıyor. Güzel isabetler varsa da bombardıman sağda toplandı. Boyun Noktası karşısında pek az düşüyor ve bir kısmı da patlamıyor. Bilmem bu gibilerin talihi mi var? Bu temerküz meselesini tabura bildirdim. (Düşmanın) Gültepe topçusu 19. Tümen gerilerine, Haintepe’de bize atmaya başladı. İngiliz siperlerine düşen bir mermi büyük bir tarraka ile patlar. Bende zaten bunu bekliyordum. Öyle ümit ediyordum ki bugün karşı taraf siperleri dümdüz olacak, yerle gök birbirine karışacak. Hiç de öyle olmadı. Düşman siperleri parçalandığı halde bizim siperlere bütün bombardıman müddetince on dört mermi düştü ki bunun da ikisi patlamadı. Çünkü Haintepe bir atarsa Palamutluk Azmak Dere dört atıyordu. Herifin ağzını kapattılar. Bu bataryalar zannedersem buraya tahsis edilmişti. Fakat Gültepe’ye hiç bir topçumuz ateş açmadı. Bu da Gültepe’nin Kanlı Sırt’ı tutamamasının işareti zannedersem. Sonucu pekiyi görmüyorum. Siperlere tam isabet azsa da geriler fevkalade. Birçok koruğanlar havaya uçtu. Bunların arasında köyler de var. Bazı mermiler de kısa düşüyor. Zannedersem bu da havanın soğumuş olmasından. Siperler arasındaki mesafeler de kısa, Mamafih tesiri az. Bu da şayanı teşekkür. Saat 11:00 de ateş kesildi. Saat 11:20 Düşman atıyor. Mermiler hışırtı ile geçiyor. Kavakdere (Avusturya) topları da endaht ediyor. Bu topların sesleri pek keskin çıkıyor. Bilmem önlerinde geniş ve derin bir vadi olduğundan mı? Şarapneller Semertepe üzerinde infilâk ediyor. Bir obüs geçti. Saat 11:25 vakitten beş dakika önce sahralar ateşe başladı. Kum torbalarını ve gerileri hedef almışlar, veriştiriyorlar daneyi!.. Bunlar ile beraber derinden bir top sedası geldi. Arkasından hışırtı ve uğultular başladı. Delhuş 24’lükler parlayarak dik geliyor ve yerleri titreten bir tarraka ile patlayarak her şeyi havaya uçuruyor. Neferlerim bunun mermilerini sayıyorlar Bu defa bombardıman sola doğru yayıldı. Fakat mermilerin bir kısmı patlamıyor. Yarım saatte ağır 24’lük elli dört mermi attı. On ikisi patlamadı. Fakat bunlar da en ziyade, güzel isabet edenler idi. Kara torpilleri, tahrip kalıpları havaya uçuyor, obüsler, sahralar, Schneiderler, cebeller süratle ateş ederek cepheyi ve yeşil cenahı ateş altına alıyordu. Saat 11:50 Hâlâ Topçu ateşi devam ediyor. Tahribat güzeldir. Düşman siperlerinde hiç bir hayat eseri görülmüyor. Saat 12:30’da topçu ateşi kesildi. Saat 13:00 de 63. Alay 2. Tabur’dan bir arkadaşımı görmeye gittim. Bombardıman hakkında fikir alış verişinde bulunduk. Ben şimdiye kadar böyle ”fevkalâde” bombardıman görmediğimi söyledim.”
“İlk yardım olarak ivedilikle 250 mm’lik iki havan topu gelmişti. Topların atış tarihini bildiren buyrultuyu okudum. Ertesi gün saat 09.00 da ateş açılacağını bizim siperlere flamalar dikileceğini yazıyordu. Hava açıktı, kulaklarımız okkalı top seslerini işitmek, gözlerimiz mermilerin düştüğü yeri görmek için sabırsızlanıyordu. Gerçi top seslerini işitmedik, yalnız üstümüzden ak kartallar gibi süzüle süzüle geçen mermilerin düştüğü yeri görüyorduk. Havaya paskırttığı toz duman içinde kara lekeler görülüyordu. Bu lekeler kum torbaları, silah parçaları olduğu gibi, kol, bacak parçaları da olurdu. Bu toplar sekiz mermiden sonra bir daha ateş açmadı. Artık yalnız yahut topsuz değildik. Moralimiz, güvenimiz artmıştı. İngilizler dokuz ay boyunca saldırmalarından bir sonuç alamayınca kurtuluşu “Şanlı Firar” dedikleri kaçmakta bulmuşlardı. Ağır toplarımız olmadığı gibi tüfek kurşununu bile sınırlı harcardık. Bu Avusturya-Macaristan toplarının gelmesiyle İngilizler daha fazla tutunmanın bir işe yaramayacağını anlamışlardı. ” [22]
Başçavuş İbrahim Arıkan anlatıyor: “Kumandanlıktan gelen bir tamimle, saat 13:00 sularında umum topçularımızın düşmana grup ateşi yapacağı bildiriliyordu. Piyademizin her ihtimale karşı uyanık bulunması emir buyuruldu. Anadolu kıyısında Çimentepe önünde, düşman denizaltısı tarafından batırılan Mesudiye Zırhlısının, İntepe ve Çakaltepe’ye mevzii edilen uzun çaplı topları da iştirak etmek üzere belirlenen saatte düşmana geniş miktarda bombardımana başladı… Bizim topçuya aydınlatma tabancası ile yeşil renk fişenk atılırdı. Yeşil renk fişenk, topçunun ateşini ileriye yöneltmek için atılırdı. Aydınlatma tabancasının fişenkleri üç renkten ibaretti: kırmızı, yeşil ve beyaz. Kırmızı renk topçudan yardım istemek, yeşil renk topçu ateşini ileriye yöneltmek, beyaz renk düşmanı gözetlemek, aydınlatmak içindi. Fişenkler daima gece atılığı için tabancayı ateşleyecek olan kimse fişenklerin rengini şu şekilde anlayabilirdi. Fişenk tablası düz olan beyaz, kırıntılı olan yeşil, yarı kırıntılı, yarı düz olan ise kırmızı idi.” [23]
27’nci Alay 2’nci Tabur, 1’nci Bölük erlerinden 1885 Biga-Gündoğdu Bucak doğumlu, 95 yaşında olan Ali Demirel anlatıyor. [24]
“Macaristan’dan getirdikleri kısa, ağır otobüsler çok işe yaradı. Dik atıyor… Olduğu gibi gemilerin üzerine düşürüyordu o toplar.. Biz istihkamlardan görüyorduk.. Gemiye mermi düşünce duman içinde kalıyor ortalık. Gemideki gâvurlar kendilerini denize atıyorlardı.”
Kurmay Yarbay Mehmet Lütfi Rifaî (Yücel) anlatıyor [25] “Günün birinde Avusturya’dan getirilen 24’lük obüsüs’ün (doğrusu Havan olacak) düşman siperleri üzerine endaht yapmak suretiyle denemesi yapıldı. Obüs (Havan olmalı) topu ihtira, mükemmel ve isabetli atış yapardı. Sol cenahımızda 16’ncı Fırka gerisinde yerleştirildi. Ben de seyrediyordum, İlk mermi şaştı ise ikinci mermi düşman siperleri üzerine tam isabet etti. Siperlerden ne varsa hepsi havaya uçtu. İnsan vücudunun, kol ve bacakların havaya uçtuğunu gördüm. Epeyce uzun bir müddet atış yapıldı. Zaman zaman mesafe uzatılıyordu. Doğruyu söylemeli ki aslında Avusturya son derece mükemmel ve Alman topçularına göre daha faik idi.”
İhtiyat Zabit Namzedi Mahmud Esat (Yesari) Efendi ise Müşir Liman Paşa’nın savunmasını doğru bulmuyor ve Onu suçlamaktadır.[26]
“Düşman, Çanakkale’den, ilk önce Lâleba’dan çekilmek istedi. Bizim fırkamız İsmailoğlu sırtlarını tutmuştu, sisli bir geceden istifade ederek kaçmak isteyen düşmanın niyetini anlamıştık, gruba haber, verdik ve gruptan alınan emirle düşman hatlarına ateş açıldı. Fakat ordu karargâhından, yani Leyman Fon Sanders paşadan gelen emirle, bizim düşmana açtığımız ateş kestirildi ve düşman, tereyağından kıl çeker gibi, askerlerini çekti, gemilere bindirdi.”
Çanakkale kara muharebelerinin kazanılmasında ve Gelibolu Yarımadasının tahliyesinde en büyük kahraman hiç şüphesiz Türk Askeri Mehmetçik’tir. Ancak, başta Kurmay Albay Mustafa Kemal Bey (Atatürk) olmak üzere ona komuta eden subaylar ve paşalar da unutulmamalıdır. Albay Mustafa Kemal Bey’in yerinde ve eşsiz dehasıyla almış olduğu askerî karar İngilizleri ve onun müttefikleri olan Anzaclıları karaya çıktığı yerde takılıp kalmalarını sağlamıştır.
Kaynakça:
[1] Emekli İş Bankası Müdürü, Araştırmacı yazar, Türk Macar Dostluk Derneği Başkanı
[2] İsmail Tosun Saral ve Emre Saral’ın Çanakkale Sina ve Filistin Cepheleri’nde Avusturya-Macaristan Ordusu Topçu Bataryaları, Türk Macar Dostluk Derneği yayını, No:9, Ankara, 2012, kitabından derlenmiştir.
[3] Ahmet Hikmet Müftüoğlu, “Sümbül Kokusu”, Yeni Mecmua Çanakkale Özel Sayısı, Muzaffer Albayrak, Ayhan Özyurt (haz.), Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2006, s.89
[4] Viyana’da çıkan Neues Wiener Journal Gazetesi 7.1.1916 tarihli nüshasında İngiliz Morning Post Gazetesi’nde yayınlanan soğuk ve dondurucu hava ile ilgili haberi “Kar Fırtınası. İklim İngilizlerin Düşmanı Oldu. Yıkılmış Dalgakıranlar, Su Dolu Siperler, Yağmur, Don, Kar Fırtınası, Donmuş Nöbetçiler” başlığı altında okuyucularına vermektdedir (özet olarak) ““Kötü havalar Türklerin ilk müttefiki oldu. Büyük Britanya Seferi Kuvvetleri Çanakkale’de havalardan çektiği kadar Türklerden çekmedi. Hafif esen rüzgar birden bire korkunç bir tufana dönüştü. İçine kum doldurularak batırdığımız eski gemiler sayesinde Gökçeada’da, Suvla’da (Anafartalar), Seddülbahir’de (Helles) inşa ettiğimiz dalgakıranlar zarar gördü. Onları yeniden daha sağlam olarak inşa etmek zaman alacak. Hiddetli kasırga sadece denizden esmiyordu. Kasırga ayrıca yarımada da yerleşmiş askerlerimizi insanüstü çabalara zorluyordu. Yerleştirdiğimiz dört noktada görev yapan askerlerimizden bir çoğu el ayak donmaları nedeniyle tahliye edildiler. Anadolu’nun sert kışına alışık olan Türkler de, bizim kadar olmasa bile, bu alışılmamış hava durumundan acı çektiler. Çünkü Gelibolu Yarımadası üstünde esen fırtına şimdiye kadar görülmemiş şiddetteydi. Kötü hava oniki saat süren şiddetli yağmurla başladı. Siperlere dolan su askerlerin kalçasına kadar yükseldi. Isınmak için ateş yakmak veya ateşi canlı tutmak imkansızdı. Tabii ki askerler iliklerine kadar ıslanmıştı. Sonra birden bire rüzgar kuzeyden esmeğe başladı. Rüzgarla birlikte don da geldi. Askerin kaputları hep dondu. Hepsi buz kesti. Sonra soğukdan bir çoğu derin bir uykuya daldılar. Bir çok asker iradelerinin son gücünü kullanarak uykuya direndiler, bütün gece boyunca elde kürek, kazma ile çalışarak kendilerini sıcak tutular, canlarını kurtarabildiler. Bir General fırtınaya Anafartalar’daki Tuz Gölüne giderken yakalandığını, normal olarak rahatlıkla yarım saatte gittiği yere kar fırtınası altında bata çıka iki saatte zor gittiğini anlattı.”
[5] Avusturya-Macaristan Ordusu’nun İstanbul’da bulunan temsilciliğinde görevli Kurmay Yarbay Walter Adam, Der Weltkampf um Ehre und Recht, 5nci Band, 23 ncü Kapital, Verlag von Johann Ambrosius Barth in Leipzig, 1919 und Walter de Gruyter & Co. in Berlin, 1933.
[6] Orgeneral İzzettin Çalışlar’ın Not Defterinden On Yıllık Savaşın, İzzettin Çalışlar ve İsmet Görgülü (Haz.), Güncel Yayıncılık, İstanbul, 2007, s.154.
[7] Emin Çöl, Çanakkale-Sina Savaşları, Özel Basım, Ankara, 1977, s.60.
[8] Mülazım Mehmet Sinan, Harb Hatıralarım, Çanakkale-Irak-Kafkas Cephesi, Hasan Babacan, Servet Avşar ve Muharrem Bayar (Haz.), Vadi Yayınları, 2006, s.41-42.
[9] “Emekli Orgeneral Vedat Garan’dan Hatıralar”, Yakın Tarihimiz, c.IV, s.214.
[10] Vorarlberger Volksblatt, 26.9.1915, s.3, Vor der Dardanellen.
[11] Abidin Ege (1893-1962), Çanakkale, Irak ve İran Cephelerinden Harb Günlükleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2001, s.114, 185, 192 ve 195.
[12] 1901 de denize indirilen 12.400 tonluk Fransız zırhlısı 27 Nisan 1915 günü İtalyan çizmesinin topuğunda bulunan Santa Maria di Leuca Burnu’nun 24 km güneyinde Deniz Yüzbaşısı Georg Ludwig Ritter von Trapp kaptanlığındaki Avusturya-Macaristan denizaltısı U5 tarafından batırıldı. Von Trapp, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun denizci bir ailesinden geliyordu. 1965 yılında bütün dünyada sükse yapan “The Sound of Music” filmi bu ailenin hikayesini anlatmaktadır.
[13] Muallim Kurmay Albay Fahri Belen, Harb Akademisi 1934-1935 Tedrisatından Çanakkale Savaşı’ndan Alınan Dersler, Tuncay Yılmazer (haz.), Yeditepe, İstanbul, 2009, s.144 ve 149.
[14] Deutsches Nordmährerblatt, 7.12.1915, s4 ve Neues Wiener Journal, 6.12.1915, s.2 “Misilleme saati , İstanbul’da geniş halk tabakaları arasında en yaygın söylenti İstanbul ve Müttefikler arasında doğrudan bağlantı sağlanmasının öncelikli faydasının Çanakkale Boğazı Topçularının modern motorlu bataryalarla donatıldığı, ve bu bataryaların cepheye ulaştıkları veya henüz yolda oldukları şeklindeki haberler oldu. Bu durum Boğazın ve Gelibolu yarımadası’nın savunulması direncini arttırdı ve Avusturya ve Macarlara karşı şükran duyguları uyandırdı. Genellikle Türklerin Çanakkale Boğazını “ Çelik gibi iman dolu göğüsleri” (mit blosser Brust) ile savundukları söylenir. Amma şimdi modern ağır toplarla donatıldıklarından düşmanın bir daha Boğazı zorlaması kesinlikle bitmiştir. Bu hissiyat basına da yansımıştır. 5 Aralık 1915 tarihli Tasvir-i Efkâr Gazetesi 24lük ve 30.5luk motorlu topların resimlerini basarak “Bu toplar savaşın en büyük etkenleri olduklarını kanıtladılar ve değişik cephelerde muharebenin sonucunu etkilediler. Lüttich’deki, Antwerp’deki, Karpatlar’daki, Polonya’daki başarılarda da etkili oldular. Toplar bundan sonra Türklere de “Misilleşme Saati”nin geldiği hususunda ümit verecektir.” diye yazdı.
[15] Korgeneral Mehmet Fasih Kayabalı, (Mersin 1893- 11.8.1964) Piyade 1331 (1915)- 193, Tuğgeneral:1945, Tümgeneral: 1947, Korgeneral:1953 Emekli Tarihi. 18 Ağustos 1960.
[16] Mehmet Fasih Bey’in Günlüğü, Çanakkale 1915, Kanlısırt Günlüğü, Murat Çulcu (haz.), Denizler Kitapevi Kaptan Yayıncılık, İstanbul, 2002, s. 123 ve 135.
[17] Aslında Viyana’da çıkan Wiener Journal dergisi 7 Aralık 1915 tarihli nüshasında “30.5luk Havan Toplarımız Gelibolu’da” başlığı altında Budapeşte menşeili bir haber yazmıştı. Bu habere göre Gelibolu savaş alanına gelen 30.5’luk toplar sahile yanaşık düşman gemilerine etkili ateş açmışlar ve onların sahilden uzaklaşmalarına neden olmuşlardı. Habere göre “ 30.5’luk topların gelişiyle birlikte savaşın gidişatı hayli değişmiş, sadece Gelibolu savaş alanında değil bütün diğer ceplerde de savaşan Türklere moral gelmişti.”
[18] Bu gün Ortaköy olarak adlandırılan 199 metre yükseklikte ağaçlık, yeşillik, mümbit bir yer Kavak köyü batısındadır ve iskan yeri değildir. Askeri bölgedir.
[19] Münim Mustafa “Cepheden Cepheye”, Hazırlayan Metin Martı Çanakkale hatıraları, c. 3,s.455
[20] Mehmet Sinan, age, s.42.
[21] Mehmet Fasih Bey’in Günlüğü, s.139.
[22] Emin Çöl, age, s.60.
[23] Arıkan, age. s. 61.
[24] Cahit Önder, Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, Çanakkale Seramik Fabrikaları A.Ş.nin Kültür Hizmeti, Çanakkale, 1981, s.37
[25] Mehmet Lütfi Rifaî (Yücel) a.g.e. s.1117
[26] Mahmut Yesari, Tan, 11 Kasım 1938, “ Korku Bilmeyen Adam”