
Çanakkale’de Avusturya Macaristan Topçuları
1915 yılı Kasım ayı sonunda Gelibolu cephesine gelen Avusturya Macaristan Skoda topları İngiliz ve Fransızların başına çok bela açtı. Açılan ateşle bir tabur İngiliz askeri telef oldu. Viyana merkezli yayınevimiz „Neue Welt Verlag“ ve Yeni Vatan Gazetesi’nin birlikte yayınladığı Kırmızı Beyaz Kırmızı adlı eserin yazarı İsmail Tosun Saral’ın bu kanlı günlerin yıl dönümü olan bu günlerde bütün kahramanları anmak için kaleme aldığı “Çanakkale’de Avusturya Macaristan Topçuları” başlıklı makalesini okumanıza sunuyoruz.
Hazırlayan: İsmail Tosun Saral
A.H. rumuzlu bir savaş muhabiri Kasım 1915 başında Çanakkale kara muharebelerine katılmak için cepheye gelen Avusturya Macaristan topçu bataryasının faaliyetini anlatıyor. [1]
Avusturya Topçuları, İngiliz tüfeklerinin arkasında, gururlu savaş filosunun yelken açtığı engin deniz uzanıyor. Donanma kıyıdaki kara birliklerini koruyordu.
Karşılarında dağ geçitlerinde, inlerde, toprak rengi üniformalı Türk askerleri yerleşmişti. Aylardan beri kudretli gemi toplarından çıkan korkunç derecede kızgın çelik yağmuru yarımadayı silip süpürüyordu, yerle bir ediyordu. Türkler Allah’a dua ettiklerinde korkunç savaş gemilerini kıyıdan çok uzaklara sürecek, düşmanın kudretli toplarına karşı koyabilecek büyük güçlü bir silaha sahip olmayı dilerlerdi. Cesur askerin titizliği orduda düzen, disiplin, savaşta bilge kuralı yetmiyor, Batı’nın sahip olduğu güçlü savaş makinelerine baş edilemiyordu. İstanbul müzelerinde eski paşalara ait taş gülleler atan tarihî, hantal havanlar vardı. Bu havanlar bile Gelibolu cephesinde kullanılmadı. Türkler her gün “Ah bir serbest yol bulunsa da batıya ulaşsak” diye iç çekiyorlar, Gazetelerinde Avusturya ve Macaristan’ın motorlu ağır bataryaları hakkında yazılanları kıskanarak okuyorlardı. Büyük İngiliz top mermileri Arıburnu’nun üzerinde ardı ardına patladığında, ölmekte olan savaşçılar son bakışlarında bir hayal gördüler: Bu hayal Gelibolu’ya yavaş ama emin adımlarla doğru ilerleyen uzak dostların motorlu top bataryalarıydı.
Sonra bu dileklere ve hayallere kavuşma günü geldi. Son Sırplı da Tuna kıyısında boğulduktan sonra bir gün bir nehir gemisi Orsova limanından garip büyük kutularla yüklü olarak ayrıldı. Evet, kıyıda kahverengi üniformalı Bulgar askerleri neden bu kadar tezahürat yapıyorlardı? Tezahürat yapıyorlardı çünkü biliyorlardı ki büyük zaferin bir kısmı bu sandıklarda bulunuyordu. Avusturya-Macaristan motorlu topçu bataryaları Gelibolu’ya gidiyordu. Zorlu yolculuk devam etti: Trene yüklenen sandıklar Bulgaristan üzerinden Trakya’ya doğru ağır ağır, ağır ağır ilerledi. Uzunköprü’de sandıklar açıldı. Yepyeni havan topları parçaları birleştirilip takılarak harekete hazır duruma getirildi. Batarya Komutanı Yüzbaşı keyifsizce elindeki haritayı inceledi: Önünde daha önce hiçbir ağır motorlu aracın geçmediği, çoğu zaman yüksek dağlara tırmanan, dağlardan bir kaydırak gibi inen, genellikle düşmanın savaş gemilerinin bulunduğu denize yakın geçen, uçak taarruzlarına karşı her zaman açık olan yüz atmış kilometrelik kötü bir menzil vardı. Batarya uzun bir kol halinde yola koyuldu. Homur homur çalışan ağır motorlu taşıtların arkasından, neredeyse iki kilometre uzunluğunda, yüz sekiz at ve mandanın çektiği araba kafilesi geliyordu.
Ey zorlu ve zahmetli yollarda, kış rüzgarı ve yağmuru altında, ıssız kıyılarda, sevdiklerinden ve teselliden çok uzakta olanlar! Selam sizlere! Ama yolun kenarında başlarında boyunlarına kadar inen Enveriyeleri ile Demir Hilal Madalyasının beyaz ve kırmızı bandı ceketlerinin düğmelerini iliklemiş toprak rengi kahverengi üniformalı Türk askerleri duruyor ve kalplerini, sevgilerini göstermek için ellerini kendi adetlerine göre neşe ile çırpıyorlardı. Motorlu araçların dik yokuşlarda tıkandığı, zavallı, yetersiz beslenen mandaların düşüp öldüğü yerlerde, cefakâr kara gözlü yağız insanlar elleri ile topları, arabaları itiyorlar “Ha gayret! ileri!” diyerek çalışıyorlardı.
Kafile geceleri yürüyordu: Gün boyunca, batarya çalılar arasında gizleniyor, havan toplarının, araçların ve arabaların üzerine çalılar konuyor, böylece düşman uçaklarının bombalamak için boşuna bir hedef arama yapmaları sağlanıyordu. O Kasım günlerinde başka cephelerde harika şeyler oldu. Askerlerimiz çok büyük işler başardı. Sırbistan düştü; Isonzo’da İtalyanlar hiçbir toprak parçası kazanamadı; Galiçya siperlerinde, Rusların karşısında kararlı askerlerimiz dondurucu soğukta dayandı.
Ancak, Çanakkale Boğazı ile Saros Körfezi arasında uzanan hiç tanımadıkları bir yarımadayı aç, ıslak, yorgun bir şekilde geçerek büyük bir savaşa doğru yürüyen Havan Bataryası topçularını da unutmamak gerekir.
Yürüyüş 7 gün sürdü. Sonra biz gelince Türk dostlarımızın ordugahını bir bayram havası bürüdü. Türk subayları toplarımıza hayran kaldılar, 5’inci Ordu Komutanı Liman von Sanders Paşa gelerek bataryayı nazikçe övdü.

Artık dövüş zamanı gelmişti. Anafarta yakınında mevzilenen batarya dikenli tellerle çevrildi ve çalılarla örtüldü, iyi saklanarak, görünmez duruma getirildi. Mestantepe’deki İngiliz mevzilerine ateş açıldı! İlk atışlarla oradaki telsiz istasyonu yok edildi. Anında rahatsız edici eşek arıları gibi, düşman uçakları havada belirdi. Boşuna dolandılar, bataryayı bulamadılar. Liman von Sanders Paşa batarya komutanı yüzbaşı ile birlikte gözetleme noktasından atışları seyrettikten sonra „Bir çocuk gibi mutluyum“ dedi. Zafer ona atfedildiği için çok mutlu idi. Havan topları kızgın ağızlarını düşmana doğrulttu. Ağır mermiler havada korkunç bir şekilde şarkı söyledi; İngilizlerin büyük gri gemileri de füzelerini karşılık olarak gönderdi; bataryamız gürledi ve öfkelendi ve yaralanmadı, vurulmadı. 18, 19 ve 20 Aralık 1915 günleri havan topları düşmana ateş açtı. 21 Aralık’ta batarya komutanı yüzbaşı düşmanı izlemek ve sahra telefonu aracılığıyla günlük emirlerini vermek için tepenin zirvesine çıktığında güneş doğuyordu. Sahra dürbünü ile düşman hatlarını seyretti. Gözlerine inanamadı. Cepheyi bu kadar uzun süre harap eden ve Türk taburlarını paramparça eden korkunç İngiliz toplarının sessizce gitmiş olduklarını gördü. Havanların düşman siperlerini temizlediğini gören Anadolulu savaşçılar sevinçten coşuyor, havan toplarının açtığı derin çukurları birbirlerine gösteriyorlar, “Avusturya Topları” “Avusturya Topları” diye bağırıyorlardı. Bunu Avusturya-Macaristan Topçuları başarmıştı.
O yıllarda Noel’de yeryüzünde ve Gelibolu’da huzur ve barış yoktu. Ve kanlı 1915 yılının Noel Arifesi günü, Gelibolu yarımadasının yollarında motorlu ya da atlar ve iyi, güçlü mandalar tarafından çekilen araçlar durmadan gelip gidiyordu. Ama Düşman hâlâ Seddülbahir’de idi; bataryalarımız oraya taşındı. Anlatılamayacak kadar zorlu yürüyüşlerden yorgun düşmüş ve yıpranmış Alman, Bavyeralı, Hırvat ve Macar topçu askerleri toplarını çamurlu yallarda çekerek, sonunda ağır obüslerin namlularını düşmana çevirdiler. Skoda topları mermiyi yüksek, dik bir kavisle çok uzaklara, inanılmaz derecede uzaklara fırlatan, cehennem gibi ses çıkaran, korkunç bir gürültü ile patlayan olağanüstü derecede korkunç silahlardı. Noel arifesi karanlık bastığında bunların tiz çığlıkları duyulmaya başlandı. Tepedeki gözlemci, bu klasik sahilde çok güzel olan kızıl alacakaranlıkta hâlâ düşman gemilerinin silüetlerini görebiliyordu. Ancak, çok geçmeden korkmuş olarak uzaklaştılar. Artık, Gelibolu’da bulunan bir güç denizin berisine kadar ulaşabiliyordu. Bu pis gemiler artık Tommy’ler için bir koruma olmaktan çıkmıştı. Kıyıda tutunarak mevzilenmiş düşman, gemilerini koruyucu yakınlarından uzaklaştıran bu obüslerin gücünü çok iyi anlamıştı. Bunların ya yok edilmesini ya da aceleyle oradan kaçılması gerektiğini de çok iyi anlamıştı. Düşman uçakları akın etti ise bir zararı olmadı, bombaları bile isabet etmedi. Obüslerin tek eşit rakibi olan bir Fransız havan bataryası topçumuz tarafından yok edildi. Havan topları perişan bir şekilde vurulduğunda İngilizler trajedinin sona erdiğini kavramışlardı. Tepedeki gözetleme yerinden bakan komutan düşman toplarının birbiri ardından sustuğunu gördü. Bir gün içinde bütün topçu bataryası yok olmuştu. Ertesi gün düşman gemileri uzaklardan ateş açsalar da tam isabet ettiremediler. Geceleri ise içi tıka basa dolu tekneler askerleri kaçırıyorlardı.
8 Ocak’ta obüslerimiz, geri çekilen düşman kuvvetlerine son mermilerini attı.
Ayın 10’unda subaylarımız düşman siperlerini geziyorlardı. Düşman siperlerini görünce hayrete düştüm: içi iğrenç cesetlerle, silahlarla, mühimmatla, çadırlarla, lastikle, tellerle ve konserve yiyeceklerle dolu terk edilmiş bir kamp buldum: savaşa alışkın olanlar sahada hiç bu kadar cömert bir zenginlik görmemişlerdi. Öte yandan anavatandakiler de topçulara şükranlarını eksik etmediler.
Enver Paşa gelip subaylarla el sıkıştı. Liman von Sanders de nazik sözler söyledi. Demir Hilal’in beyaz ve kırmızı kurdelesi, subayların ve erlerin solgun üniformalarında parlıyor. Komutanların göğüslerinde garip Hıristiyan işaretleri ve Türk madalyaları şıngırdatıyor. İstanbul’un mavi sularına, kubbelerine ve minarelerin sivri silüetlerine bakan Pera (Beyoğlu) Tepesinde bulunan büyük bir beyaz mezarlıkta iki Avusturya Macaristan Ordusu topçu neferi yatıyor. Yüzlerce askerin uzun süre bombalar ve el bombalarıyla dövüldüğü bu yarı yabani topraklarda iki ölü verdik. Bu bile çok.
Artık Gelibolu yarımadasının denize inen dik yamaçlarında Avusturya-Macaristan’ın sadık askerlerinin havanlar ve obüslerle zaferi nasıl kazandıkları anlatılıyor.
[1] Die Zeit, 4.2.1916,s.4 Austria Top An der türkischen Front