Dikkat çeken  köşe yazısı: „Türkiye Nakşi Halidi Cumhuriyeti’dir…“

Yazar Orhan Gökdemir, "artık devlet devlet değil irice bir tarikattır" diyerek Türkiye'deki "ilk ılımlı islam projesini" ve Nakşibendi  Halidi tarikatının devlete nasıl "yerleştiğini" yazdı... Gökdemir, "Dün olduğu gibi bugün de bu tarikatın arkasında devlet var" diye yazması dikkat çekti.

İŞTANBUL. soL Haber Portalı’ndan Orhan Gökdemir, bugün kaleme aldığı „Karanlık Yol’a reddiye“ başlıklı köşe yazısında Türkiye’deki cemaatler arasında en fazla mensubu bulunan Nakşibendî tarikatının Hâlidiyye Kolu’nu yazdı. Gökdemir, Nurculuğun da bir Nakşibendiyye kolu olduğunun altını çizerek, „Yeni Türkiye’nin normalidir bu. Çünkü artık devlet devlet değil, irice bir tarikattır, cumhuriyet de Nakşibendi-Halidi cumhuriyetidir“ dedi.

„Mezhepler ve tarikatlar, birer inanç olmaktan çok birer duvardır“ yorumunu yapan Gökdemir, Anadolu Türkmenleri arasında İran’da devletleşen „Safevi tarikatı“ için oluşan sempatiye karşı Osmanlı’nın, İran sınırına Sünni Kürtleri yerleştirerek duvar ördüğünü yazdı.

Gökdemir, Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim arasındaki mücadelenin İran ve Türk halkının hayatını etkilemeyi sürdürdüğü yorumunu yaptı. „İran’da Şiilikten esinlenen şeriatçı bir rejim var ve Türkiye Sünniliği tahkim etmeyi, Aleviliği itip kakmayı sürdürüyor“ diyen Gökdemir, „Aleviler konar göçer köylülerdi ve Bektaşilik onun şehirli versiyonuydu. Osmanlı, Aleviliği itip kakarken Bektaşiliği destekledi, devşirme ordusunun manevi eğitimini onlara bıraktı. Osmanlının Alevileri ezmeye gönderdiği ordu Bektaşilerin yetiştirdikleriydi. (…) Alevilikte aynı soydan olmak önemliydi, dışarıdan girilemiyordu. Bambaşka yollarda ilerlediler. Sonra nasıl birleştikleri, Alevi-Bektaşi inancı, bir sorudur… Ama sonunda devletlu Bektaşilik de devletle yüzleşmek zorunda kaldı“ dedi.

Fonds Soziales Wien

„SÜNNİ YEŞİLİ“ YAVUZ SULTAN SELİM İLE BAŞLADI…

„Bizim devlet geleneğimiz tarikatların kucağında doğdu“ görüşünü savunan Gökdemir, yazısında şunları ifade etti:

„II. Murat Bayramiydi. Bu tarikatın kurucusu ‚Hâce‘ Bayramı Veli, ‚Hâce‘ Bektaşi Veli ile birlikte, Osmanlının ilk döneminin en önemli iki tarikatıdır. Hâce, hacılığa değil hocalığa bir göndermeydi. Her ikisi de Anadolu’ya göçerken geçtiği bütün coğrafyaların rengini almış, karşılaştığı bütün inançların kokusuna bulanmıştı. Bu halleriyle hem İslam’dı hem İslam dışıydı.

Yavuz Selim Sümbüli, Kanuni Süleyman Gülşeniydi. Sünbülilik biraz tuhaf bir tarikattı. Gülşenilik Mevleviliğin bir versiyonuydu. I. Abdülhamit Nakşibendi, II. Abdülhamit Şazeliydi. III. Selim Mevlevilikte, Abdülmecid Cerrahilikte karar kılmıştı. Abdülaziz Bektaşi, Mehmet Reşat Mevleviydi. V. Murad modern bir yol tutturmuş Mason olmuştu; 112. İslam halifesidir. Ama her halükârda Bektaşi kızılının solduğu Sünni yeşilinin baskın hale geldiği bir tablodur bu. Sünni yeşili Osmanlı sarayının rengidir nihayetinde ve tarihini Yavuz Selim ile başlatabiliyoruz.“

İLK „ILIMLI İSLAM“ PROJESİ

„Yavuz Selim’in hayatı neredeyse İran Safevi devleti ile didişerek geçti. (…) Kızılbaş isyanları iktidarını zorluyordu. Bu isyanları Celali isyanları takip etti. Selim, her hareketinde arkasından emin olmaya çalıştı, her dış seferi bir iç sefere dönüştü. Sınıf savaşının din ve mezhep savaşı gibi göründüğü bir zaman aralığıdır. Ezilenler Türkmen Kızılbaşlardı, bu nedenle, iktidarına karşı bütün hareketler Sultana ayrımsız bir Kızılbaş ayaklanması olarak görünüyordu.

Selim, Safevi Şah İsmail’i durdurmayı ve Kızılbaş isyanlarını bastırmayı başardı. Fakat nihai zafer henüz çok uzaklardaydı. Celali isyanları sürüyor, Kızılbaşlar her yerde ayaklanmaya hazır bekliyordu. Sorunun nihai çözümü için İran ile Anadolu toprakları arasına bir ‚duvar‘ örmekten başka yol yoktu. Duvar Sünnilikti. Mısır Seferi sonucunda ‚kutsal topraklar‘ Osmanlı hâkimiyetine girmişti. Orada ele geçirdiği kutsal emanetleri toplayıp İstanbul’a taşıdı. Mısır’da ‚keşfedilen‘ sözde son Memluk Halifesi III. Mütevekkil İstanbul’a gelip halifeliği sultana devretti. Böylece Hilafet Abbasi soyundan Osmanlı soyuna geçmiş sayıldı. Bütün bunları ilk ‚ılımlı İslam‘ projesi sayabiliriz. Şiiliği kuşatma ve Kızılbaşlığı bastırma ihtiyacından üretilmiştir.“

Osmanlı sarayı Kızılbaşlardan ürktüğü için Sünni oldu ve devlet içinde Sünni tarikatların örgütlenmesinin yolunu açtı. Hayat inançtan önce geliyordu ve hayat devletin tarikat tercihlerini de belirliyordu. Başlangıçta Kızılbaşlığın panzehri olarak onun şehirli ve ılımlı bir versiyonu olan Bektaşilik desteklendi, kollandı. Yeniçerilik sarayın önünde bir engel olarak dikilince bu ocakla birlikte onunla özdeşleşmiş olan Bektaşiliği de kaldırıp attı. Yerine önce Mevleviliği, o da olmayınca Nakşibendiliği koydu. Nakşibendilik Sünni bir tarikattı. Sarayın isteklerine çok uygundu ve böylece devletlû bir tarikat haline geldi. Hala öyledir.“

HALİDİLİĞİN DOĞUŞU…

Gökdemir, Halidiliğin doğuşunu yazısında şöyle anlattı:

„Kaderin cilvesi, Kızılbaşların İran’a meyletmesini önlemek için tercih edilen Nakşibendilik İran çıkışlı bir tarikat. Görünüşte şeriata, Kuran’a ve hadislere sıkı sıkıya bağlıydı ama gerçekte tarikat içinde pragmatizm hükmünü sürdürüyordu. Kaynaklar eski İran inançlarının tarikatın oluşumunda etkili olduğunu haber veriyor. Bu senkretik yapısına karşın tutucu, padişahçı, hilafetçi, şeriatçı bir tarikat Nakşibendilik.

1826’da, Vakayı Hayriye vesilesiyle, Osmanlı Nakşilikte karar kılınca bunun İmparatorluğun başka topraklarında da etkisi oldu. Süleymaniye’de Halidilik o devlet desteği vesilesiyle ortaya çıktı. Süleymaniyeli Molla Halid, geleceğin başka bir yolu işaret ettiğini hissetmişti. Eski inançlarını bir yana bıraktı, Nakşi oldu. Süleymaniye’den İstanbul’a sıçradı. Saray da kullanışlı bir aparat bulduğunu fark etmişti. Molla Halid’in tarikatı o yoldan ilerledi. Halidilik devletlu bir tarikattır. Ama bununla birlikte Nakşibendiliğin en gerici, en yobaz, en şeriatçı halidir.

Molla Halid talebelerinin yakın tarihin bütün karşı devrimlerinde bir şekilde dahli var haliyle. 31 Mart gerici ayaklanması bu tarikatın önderliğinde gerçekleşti, Kurtuluş Savaşında direnişin düşmanı. Şeyh Said ayaklanması, Menemen isyanı bu tarikatın marifeti.“

„NURCULUK VE SÜLEYMANCILIK“

Orhan Gökdemir, Nakşibendî tarikatının Hâlidiyye kolu dışında Nurculuk ve Süleymancılık gibi „zehirli meyvesi“ olduğunu savunurken, Nurculuğu bir tarikata dönüştürenlerin de FETÖ mensupları olduğunu belirtti. Gökdemir yazısına şöyle devam etti:

„Halidilik Nakşiliğin tek zehirli meyvesi değil. Tarikat doğuşundan bu yana 20 yakın filiz vermiş. Çoğu silinip gitmiş. Bugüne kalan kollardan ikisi Said-i Nursi’nin kurduğu Nurculuk ve Süleyman Hilmi Tunahan’ın adına yazılı Süleymancılık. Said, Bitlis doğumlu bir Kürt. Süleyman Hilmi, Romanya’nın Silistre kentinden. Bu kadar farklı kültürlerden gelen iki adamın aynı tutuculukta birleşmesi ilginç ve üzerinde düşünülmesi gereken bir vaka.

Said’in ilk faaliyetleri Osmanlı döneminde. Abdülhamit’in emriyle gözaltına alındı, akıl hastası olduğuna karar verildi ve bir akıl hastanesine kapatıldı. Cumhuriyet döneminde de pek çok kez kovuşturulup, tutuklandı. 1925’te Şeyh Said isyanına katıldığı gerekçesiyle sürgüne gönderildi. Buna karşılık tıpkı Necip Fazıl gibi Demokrat Parti döneminin muteber adamıydı. Yaşadığı dönemde bir tarikat olmaktan-kurmaktan çok uzaktı. Nurculuğu bir tarikata dönüştürenler, onun yazdıklarını propaganda etmeyi bir ‚hizmet‘ olarak kabul eden Fethullahçılardı. Tarikat benzeri bir yapıydı Fethullahçılar, gizli örgütle tarikatın tuhaf bir karışımıydı. Tabloyu tamamlamak için son parçayı, Nakşibendilikten gelen Necip Fazıl’ın kurucusu olduğu ‚Büyük Doğu‘ fikriyatını da ilave etmek gerekir. Cumhuriyet dönemi tarikatlar tablosudur bu.“

„YENİ TÜRKİYE’NİN NORMALİ“

„Nakşibendiliğin Said-i Nursi’ye hizmet kolu yaz ortasında geride kalan Halidilere darbe yapmaya kalkışınca herkes Fethullahçıların tarikatın bir ‚ahtapot gibi‘ her yanı sardıklarını fark etti. Her yerde örgütlenmişler, bütün mevkileri ele geçirmişler, devleti bir tarikata dönüştürmüşlerdi.

Halbuki yeni Türkiye’nin normalidir bu. Çünkü artık devlet devlet değil, irice bir tarikattır, cumhuriyet de Nakşibendi-Halidi cumhuriyetidir. Nakşibendiliğin Nurcuları kovuşturulurken, Süleymancıları, İsmailağacıları, İskenderpaşalıları kollanır. Bir tarikat gider bir tarikat gelir, bir tarikat iner bir tarikat biner. Ve artık biliyoruz, tarikatlar, arkasında devlet durmayınca müzeliktir.

Tarikat, Karanlık Yol, haliyle Halidi tarikatı demektir. Bizim, Bektaşilikle veya Mevlevilikle ilgilenmemiz için bir neden yoktur. Kemalistler de tarikatlar kapatırken Mevleviliği müze ilan ederek açık tutmuştur. Çünkü kapatmak istedikleri tarikat Nakşi-Halidi tarikatıdır. Osmanlıda iktidarda pay sahibi olanlar onlardır, günlük hayat onların kontrolündedir ve laik bir cumhuriyet için Nakşi-Halidiliği kapatmak şart olmuştur. Bizim için de tarikat Halidiliktir. Çünkü, dün olduğu gibi bugün de bu tarikatın arkasında devlet var.“

Kaynak:

„Karanlık Yol’a reddiye“

Merak edildi: Nakşibendi Tarikatı’nın Halidiye kolununun kurucusu Haldi Bağdati El Kürdi kim?

Relevante Artikel

Back to top button